Bambaşka bir dünya: Fujıfılm xpro3

Üniversite yıllarında ilk fotoğraf makinemi aldığımda çok heyecanlanmıştım. İçinde film olsun ya da olmasın sürekli vizörden bakıyordum. Tam adlandıramadığım, tuhaf, çekici ve çok heyecanlandırıcı bir duyguydu. Sanki dünya vizörden daha farklı görünüyordu. ” Rüyalar,” demiş Gerard de Nerval, ” ikinci hayatlardır.” İşte o küçücük pencereden görünen dünya da benim ikinci hayatım olmuştu. Gündelik hayatın hayhuyundan, katı gerçekliğin sıkıcılığından ve yavanlığından her fırsatta kaçıp sığındığım, beni başka biri yapan bambaşka bir hayat.

İkinci hayata açılan pencere: Vizör 

            Fujifilm’in yaklaşık üç buçuk yıllık aradan sonra çıkardığı X-pro serisinin üçüncüsünü elime aldığımda ilk yaptığım şey elbette makineyi çalıştırıp vizörden bakmak oldu. Analog fotoğrafı seven ve çekiminden baskısına kadar tüm aşamalarını kendisi yapan biri olarak 2016 yılına kadar digital fotoğraf makinesi almayı reddetmiştim. Fikrimi, bir arkadaşımın almış olduğu başka bir Fujifilm modeli X-100T değiştirmişti. Reddettiğim dünyanın cahili olduğum için X-100T’nin, ilk defa o an haberimin olduğu elektronik vizöründen gördüğüm siyah beyaz dünya beni büyülemişti.  

X-Pro3’ün, bir önceki Xpro2 ve benim kullandığım X-E3ve X-T2 modellerine oranla çözünürlüğü 2.360 milyondan 3.690 milyon noktaya artırılmış elektronik vizörünün rahatlığını, gece karanlıkta bile gerçekten çok tatmin edici ve hatta etkileyici buldum. Vizör, daha önceki X-Pro2’ye ve diğer modellere göre belirgin bir şekilde daha geniş , daha net ve berrak bir deneyim sunuyor. Elektronik vizörle ve LCD ekranla güçlü güneş ışıkları altında çalışmak bazen ıstırap haline geliyordu.  Fujifilm bu modelle birlikte, EVF’nin ve LCD ekranın hem bu sorununun hem düşük enstantanelerdeki titreme, kumlanma gibi sorunlarının üstesinden bana göre ziyadesiyle gelmiş görünüyor.

Sonra orta parmağımla makinenin önündeki küçük mandalı hafifçe öne ittiriyorum ve ikinci hayatımın içinde, optik vizör sayesinde ikinci bir pencere daha çıkıyor karşıma. Hikaye anlatıcıları iyi bilirler ki, yazdıklarınız kadar özellikle yazmadıklarınız da, okuyucuların hayal gücüne bırakılması açısından çok önemlidir. Bu anlamda optik vizör, Evf ile göremeyeceğiniz alanları yani çerçeve içine almadıklarınızı da izlemeniz açısından önemlidir. OVF içinde yer alan,  kullanılan lense göre değişen çerçeve çizgisi ve özellikle vizörün sağ alt tarafına yerleştirilen ve odak alanını %100 büyüten elektronik pencere, focus peaking ile birlikte kullandığımda, diyebilirim ki bana inanılmaz bir manuel netleme imkanı, hızı ve zevki verdi. Fujifilm’in sokakta fotoğraf çekerken hıza ve kolaylığa yönelik bu can alıcı detaylarını açıkçası çok seviyorum. Bir örnek:  Belki küçük ama elimdeki diğer bir marka fotoğraf makinesinde bulunmayan çok önemli bir kolaylık: Autofocus kullandığımda, yarım bastığım denklanşörden parmağımı çekmeden enstantane değerinin değiştirilebiliyor olması.

Fujıfılm xpro 3 / 35mm f2 / f2 / Murat Harmanlıklı

Tanışma Merasimi: Gövde ve tuşlar

            Yeni bir fotoğraf makinesini satın veya ödünç aldığımda, ilk gün onu kullanmayı tercih etmem.Hemen eve gelir, kahvemi yapar, masamı temizler ve makineyi önüme koyarım. Onu nazikçe kurcalarım. Menüsünü öğrenmeye çalışır, ayarlarını yaparım. Kendimce şenlikli bir tanışma merasimi…

Ancak X-Pro3 ün titanyum kasa Dura Black  edisyonunu elime aldığımda bu sefer eve kadar dayanamayacağımı anladım. Zira makinenin adeta bir alman tankı sağlamlığındaki gövdesi insanı sokağa ve maceraya davet eder cinsten. Bu sağlamlık duygusu kesinlikle insanı daha ciddi ve önemli hissettiriyor ki bu bence çok önemli bir özellik.

Gövdede LCD ekran hariç daha önceki X-Pro modellerinin çizgisi korunmuş. Zaten kanımca X100 serisiyle birlikte en estetik görünüme sahip olan X-Pro serisi Dura versiyonları ile daha da üstün bir boyuta taşınmış. Daha önce siyah modeller her zaman tercihimdi. Fakat elimdeki Dura Black versiyon gerçekten çok değişik ve eşsiz bir güzellikte olmuş. Daha önce hiç böyle bir makine gördüğümü hatırlamıyorum. Arka tarafta D-Pad’in ve üstteki bir tuşun kalkmasıyla birlikte makine daha minimal bir görünüm kazanmış. Ben makinenin tutuşunu çok sevdim. Ön ve arka tutamakların dengesi ve kıyılarında kaydırmaz kauçuk kullanılması çok önemli bir detay. Fujifilm’in daha küçük ebatlı modellerinde, makinenin özellikle elim terlediğinde parmaklarımın arasından kayıp düşecekmiş hissini X-Pro3 de yaşamadım. Boyun askısı olmadan elde rahatça tutulabiliyor olması sokakta makineyi saklamak açısından oldukça önemli.

Daha önce X-E3 modelinde eksikliğini hissettiğim D-Pad’i X-Pro3 de hiç aramadığımı söyleyebilirim. Tuşların ve çarkların yeri muazzam. Diğer modellerdeki gibi makine tek elle bile çok rahat kullanılabiliyor. Zaten Fujifilm’i benim gözümde sokağın kralı yapan bu kullanışlılığı.

Fujıfılm xpro 3 / 16-55 / f2.8 / Murat Harmanlıklı

Saf ve Salt fotoğraf: LCD Ekran

            Sanırım X-Pro3’ün en tartışmalı konusu gizlenmiş LCD ekranı. Doğrusu modelin fotoğrafları internete ilk düştüğünde bu konuda benim de ön yargım vardı. Çünkü ekran kapalı konumdayken arkadaki ufak ekranda tercihe göre gösterilen film simulasyonu veya enstantane, diyafram, beyaz dengesi vs.değerlerinin analog nostaljisi özelliğinden başka efektif bir faydası olmadığını düşünmüştüm. Hala da aynı düşünüyorum. Evet, nostajik bir hava, hoş bir görüntü kattığı  kesin, fakat makinenin en can alıcı noktalarıdan birini tamamen kullanışsız hale getirdiği de kesin.

X-Pro3’ü kullanırken çoğunlukla vizörü kullandım, bu doğru. Telefon ekranından, ya da fotoğraf makinelerinin LCD ekrandan çekim yapmaya hiçbir zaman ısınamadım. Fakat hiç şüphesiz LCD ekran gövdenizin giremeyeceği yerlere bir kol mesafesi kadar daha yaklaşmanızı veya üstten veya aşağıdan başka açı olanakları sağlıyor. Her ne kadar olabildiğince vizörden bakmayı tercih etsem de söz konusu açı olanaklarından dolayı LCD ekran benim açımdan önemli. Dolayısıyla sokaktayken çekmek istediğim hiçbir görüntüyü kaçırmak istemeyen birisi olarak, ekranda ( siyah beyaz ve raw çeken biri olarak ) işime yaramayan film simulasyonu veya diğer değerleri görmek yerine, örneğin Fujifilm XT-30 modelininki gibi açılabilir bir LCD ekran acaba daha iyi olmaz mıydı diye sormadan edemiyorum. Sanıyorum ki, böyle bir ekran da X-Pro3’ün çok hoşuma giden  “Saf Fotoğrafçılık” mottosuna ters düşmezdi. Zira LCD ekranı hiçbir zaman, anın içindeyken ne çektiğimi kontrol etmek için kullanmıyorum. Açıkçası X-Pro3’ün hitap ettiği ciddi fotoğrafçıların da bu amaç için kullandığını ve bu yüzden konsantrasyonlarının bozulduğunu düşünmüyorum. Ekran aşağı doğru açık bir şekilde sokakta dolaşırken ekranın bir yere takılarak veya çarparak kırılacağı korkusu konsantrasyonumu bozan asıl unsur oldu benim açımdan. Elbette bunlar benim düşüncelerim. Muhakkak ki gizlenmiş ekranı sevenler de olmuştur ve bana şöyle diyebilirler: Fazla konuşma da LCD ekranı aşağı indir! 

Bahsetmek istediğim bir diğer konu da ekranın dokunmatik özelliği. Belki daha alt modellerde gerekli olabilir ancak ben bu özelliği Pro modeline pek yakıştıramıyorum açıkçası, amatör bir havası var. Daha önce vizörden bakarken burnumun değmesiyle birlikte makine bağımsızlığını ilan edince XE-3 de bu özelliği tamamen kapatmıştım. X-Pro3’de de hiç kullanmadığımı söyleyebilirim.

Fujıfılm xpro 3 / 16-55 / f3.2 / Murat Harmanlıklı

Magnum Opus: Sensör ve AF

            Nihayet yazımın başından beri bahsetmek istediğim asıl bölüme gelmiş bulunuyorum. Hayatımın hiçbir döneminde makine fetişisti olmadım. Üretilen fotoğraf yerine makinelerin özellikleri hakkında konuşmaktan hazetmedim. Görüntü kalitesi her zaman ön planda yer aldı benim açımdan. Bu yüzden fillmli makineler kullandığım dönemlerde görüntünün kaliteli olabilmesi adına lenslerimin olabildiğince iyi olmasına dikkat ettim. Tabi durum digital makine kullanmaya başlayınca, işin içine sensor de girince biraz değişti.

            İşte bu anlamda X-Pro3’de asıl “büyük iş” lerden ilki sensor tarafında gerçekleştirilmiş. Fujifilm kullanmaya XE-2 ile başlamış ve onun görüntü kalitesini bile çok sevmiş birisi olarak bu makinede kullanılan X-Trans CMOS IV Sensor ve X-Processor 4 işlemcisine hayran kaldığımı söyleyebilirim. Bu hayranlığımı da şu an sadece JPEG dosyaları üzerinden belirtiyorum, çünkü henüz RAW dosyalarını işleme fırsatı bulamadım. Bir ve iki önceki nesil sensorlerin RAW çıktılarının işlem esnekliğini seven biri olarak bu makineninkini merakla ve heyecanla bekliyorum.

Eskiden siyah beyaz çektiğim fotoğrafların karanlık odada baskısını yaparken burning ve dodging işlemleriyle bir hayli uğraşırdım. İyi bir baskı elde edebilmek için tek bir fotoğrafla 1-2 saat uğraştığım olurdu. Bu yüzden gerek fujifilm ile çektiğim fotoğraflar olsun, gerek başka marka digital fotoğraf makinesi ile olsun hiçbir zaman sonuçları JPEG olarak ortaya çıkarmam. Ancak bu makineyi kullanırken menüsündeki daha da zenginleştirilmiş “görüntü kalitesi ayarları” ile istediğim değerleri verip çektiğimde ortaya çıkan JPEG dosyalar bile tatmin edici düzeydeydi.  

Fujıfılm xpro 3 / 16-55 / f10 / Murat Harmanlıklı

            X-Pro3’ü daha çok 23mm f:1.4 ve 35mm f:2 lensleri ile birlikte kullandım. Burada yeri gelmişken 35mm f:2’ye de ayrı bir parantez açmak istiyorum. Bende 35mm’nin f:1.4 versiyonu olduğu için bu lens ile daha önce hiç ilgilenmemiştim. Boyutunun ufaklığından dolayı bir takıp şöyle birkaç fotoğraf çekeyim dediğim lensi makineyi teslim ettiğim güne kadar bırakamadım. Lensin keskinliğini ve kontrastını, ayrıca hızlı ve sessiz autofocusunu inanılmaz sevdim.

            Şimdi Autofocus demişken bir duralım. Çünkü ikinci “büyük iş” burada. Kullandığım süre boyunca hiç hayal kırıklığına uğratmadı. Çok kararlı, tutarlı ve diğer modellere oranla belirgin bir şekilde hızlı. Odaklama kolu ile seçtiğiniz alanı asla kaçırmıyor. Tekrar yazmak istiyorum, hareketli fotoğraflarda, saniyelik gelişen ve hızlı olmanın elzem olduğu fotoğraflarda neredeyse bir kere bile hayal kırıklığına uğratmadı. Eğer fotoğrafta bir netsizlik olduysa, benim odak alanını doğru seçemediğimden dolayı gerçekleşti. İşin ilginç tarafı bu kararlılık ve hız gece çektiğim fotoğraflar için de geçerli. Tanıtım yazsında -6EV altında işlem yapabildiği belirtilmiş. Gece enstantaneyi 1/32.000 ve diyaframı 16 ya getirip elektronik vizörden hiçbir şey görmediğimde bile makine büyük çoğunlukla benim göremediğim bir yerlere hızlı bir şekilde netleme yapıyordu.

Fujıfılm xpro 3 / 16-55 / f10 / Murat Harmanlıklı

            SONUÇ:

            Yıllar evvel dünyanın ilk autofocuslu kamerası diye lanse edilen Minolta Dynax 7000’i , sanırım ilk çıkış tarihinden yaklaşık 15 sene sonra kullanmıştım. Geçen gün de dünyanın son çıkan makinesini 10 günlük kullanımdan sonra teslim ettim. Aradaki farkı görmek gerçekten şaşkınlık verici. Teknolojiden çok anlamayan biri olarak hep aynı soruyu sorarım kendime? Bunun üzerine daha ne yapılabilir? 

            Hangi modeli olursa olsun Fujifilm’i sokakta kullanmak benim açımdan zaten çok zevkliydi. X sistem makinelerin hemen hepsi hem gövde ve lenslerin boyutları açısından, istediğim özelliği istediğim tuşlara ve çarklara atayabilmem açısından hem de görüntü kalitesi açısından sokakta diğer markalara göre çok pratik bir deneyim sunuyor. Tabi bu pratikliğe bir de üst düzey görüntü kalitesi eklenince sokağın vazgeçilmezi oluyor. X-Pro3 ise hem bu yazımın tamamında bahsettiğim özellikleri açısından, hem aşağıda bahsedeceğim makinenin ruhu  açısından az önce sorduğum “daha ne yapılabilir?” sorusuna şaşırtıcı bir cevap niteliğinde.

Fujıfılm xpro 3 / 35mm f2 / Murat Harmanlıklı

            Şöyle anlatmaya çalışayım. Birden fazla makine ile çalışmayı, gündüz için başka gece için başka makine ile çekmeyi analog döneminden beri seviyorum. Sanki hepsinin başka bir ruhu var ve bu yüzden  çektiğim fotoğraflar da onların ruhlarına göre değişiyor gibi geliyor bana. Bir ara dolmakalemlere merak sarıp, onlarla yazmaya başlayınca tükenmez kalemlerden veya kurşun kalemlerden çok farklı olduğunu hissetmiştim. Uçlarının kalınlığı, inceliği, sert veya esnek olmaları hatta gövde renkleri ve içine koyduğum mürekkep renklerine göre yazımın da kişiliği değişiyordu.             İşte bu anlamda bu makinenin de çok farklı, insanı heyecanlandıran bir kişiliği, bir ruhu var. Rangefinder stili, gövdesinin sağlamlığı ama en önemlisi görüntü kalitesi insanı adeta sokağa çağırıyor, yepyeni maceraların garantisini veriyor. Makine, onu elime aldığım anda yazımın başında bahsetmiş olduğum zamanları, fotoğraf aşkına düştüğüm o ilk zamanların eşsiz hislerini hatırlattı bana. Vizörden bakar bakmaz sanki yine -benim için çok önemli olan- o başka birine dönüşmüşüm duygusunu yaşadım. Sonra ne olduysa, birdenbire  gökyüzünde bir yerlerde makinenin promo videolarındaki gibi bir müzik çalmaya başladı ( tabi sözkonusu müzik mp3 çalarımdan da geliyor olabilir) ve ben X-Pro3’ün Dr. Jeykll’dan Mr. Hyde’a  dönüştürdüğü bir adam olarak karanlıkta, aklımın bir köşesinde X-Pro Monochrome ( belki bir gün? neden olmasın? ) hayalini de kurarak sokaklara doğru yepyeni maceraların anlatacağı hikayelere doğru gözden kayboldum.    

©️Murat Harmanlıklı. Bütün yayın hakları saklıdır. Kaynak gösterilerek tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yazar ve fotoğrafçının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamazve kullanılamaz.

Lütfen bu gönderiyi paylaşın, bilgi paylaştıkça çoğalır. Beni İnstagram'da takip etmeyi unutmayın. @huseyinaldirmaz